İçeriğe geç

EŞİK

Eşik e-dergi’nin tüm yazıları

Kara Kuğu

Modern zamanları, aşırı sırlı konaklara sığdırdın Kendini hiç kandırmadınKadın kanarya! Anladıniç çekişli anlamdın. Açık sarı görüşlü, kara kalem imzalıydıçilek kokulu mührün. Kız kulesine karşı doğan mahsun,Mardin’dendi efsun. Akardı da deli kanNiye donardı balık ılımanda.Yan yüzün geni, en uzak cisimde. Ürperten efkar…tütünden halka halkaMuradın han, handa sofaKöşede küp, küpün dibinde kum Kırığından sızan suylaVadedip kestiğin sözŞarkıyla nikahlandın.

Babalar gidince

Çok sevdiğim arkadaşım Nazlı babasını kaybetti. Uzaktan acısını yaşamasını, güçlü kalemi ile ilgili yas sürecinde yazdıklarını ve iç döküşlerini okuyorum. Okudukça babam düşüyor aklıma. Öldüğünde, bin dokuz yüz seksen darbesinin üzerinden dört yıl geçmişti ve 48 yaşındaydı babam. 15 yıldır da birinin oğluydum; yani ruhen hala oğluyum ama artık babam öldüğü için kimseyi baba olarak çağıramayacağım diye geçirmiştim içimden. Yanılmışım… Sonra baba gibi sevdiğim biri daha oldu yaşamımda. Onu da kaybettim. Çocukluğum İstanbul’un Ortaköy semtimde… Daha fazlasını oku »Babalar gidince

Bir Varız, Bir Yokuz

“Çocukluğumuzdan Beri “Bir “Varmış” Bir “Yokmuş”” Deriz, Ama “Varmış”ı Beynimize Kazırken “Yokmuş”u Yok Varsayarız, Yaşam Sanki “Varmış”larla Doluymuş Gibi. Oysa Yaşam; “Var”larla, “Yok”larla Doludur, Oysa Biz Bile, Bir Varız, Bir Yokuz…” Yukarıda ki paragraf sevgili Mehmet Refik Yücel’e ait. Notlarım arasında karşıma çıkınca dönüp dönüp tekrar okudum. Yaşam sanki varmışlarla doluymuş ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp duruyoruz? Yaşamın en büyük gerçeklerinden, en normal döngüsel aşamalarından biri olmasına karşın ölüm, genellikle hazmedemediğimiz; başımıza veya sevdiklerimizin başına… Daha fazlasını oku »Bir Varız, Bir Yokuz

Neden şiir katmıyorlar seruma?

Küçülüyor babam. Sıska bir ağacın dallarına benziyor kolları Yüzünde hüzünlü yorgunluklar  Yasa bakan bir pencere gözlerinde Eti çekilmiş kollarında morluklar  Seruma neden şiir katmıyorlar? Ancak şiirle kapanır bu yaralar Korkuları dökülüyor ağzından Sesi cılız bir kuş gibi havalanıyor  On beş günüm kaldı mı acaba diyor Kapkara tüyler düşüyor üstüme Ancak şiirle kapanır bu yaralar Dert dolu hastane odalarında  Neden şiir katmıyorlar seruma? Televizyonlar hep açık oysa…  YanıtlaYönlendirTepki ekle

Gerçekleri Bana Masalı Çocuğa

Yazabilsem rahatlayacağım İçimde patlamamış mısır taneleri gibi birikmeyecek bu acılar Şehir umuda hasret. Kendimi aradan çıkarsam gerçekle kavuşacağım. Kullanılmayan nesneler gibi birikmeyecek içimde bu acılar. Şehir ağaca hasret. Kendimi aradan çıkarsam ormanla kavuşacağım. Yazabilsem rahatlayacağım.  Bir yazabilsem. Rahatlayacağım. Bu gece sana kalksın bütün kadehler ölüm Çocukluk aşkım Unutamadığım sevgilim Sırtımı okşamayı bırak artık Yüzüme bak Konuş benimle Çek gölgeni çocuk saçlarımdan Sakla o kapkara rengini Şefkatli sesini bul Öyle çık karşısına Gerçekleri bana anlat Masalı… Daha fazlasını oku »Gerçekleri Bana Masalı Çocuğa

Kalçaları Gülümseyen Kadınlar

Siz hiç, bir erkeğe beyaz don giydiği hatta denizde o donla yüzdüğü için yaptırımlar uygulandığını gördünüz mü? Ahlak kuralları sadece kadınları mı bağlıyor? Genç kızlığım boyunca erkeklerle konuşmam yasaktı! Şimdi düşünüyorum da bedenimin içinde rahat olmakla ilgili bütün sorunlarım, fibromiyalji, çektiğim korkunç kas ağrıları bana o yıllardan miras kaldı. Bedenlerimizin aynı zamanda bir “haz kapısı” olduğunu unutturmak için elinden geleni yapan erkek egemen sistemin içinde sıkışıp kalmadık mı çoğu zaman? Etrafımda onlarca kadın arkadaşım bedeninden… Daha fazlasını oku »Kalçaları Gülümseyen Kadınlar

Özür Dilerim

Eşi, gel el ele intihar edelim, diyormuş. Sibel en çok sahilde yürümeyi severdi. Çok zamandır çıkmamıştı dışarı. Bunu fark ettiğinde çoktan bahar gelmişti. O gün hava yirmi dört dereceyi gösteriyordu. Perdeyi aralayıp camı açtı. Mis gibi bahar havasını içine çekti. Pardösüsünü aldı, sahile inmeye karar verdi. Dışarısı ne de sakindi. Ne insanı ıssız hissettirecek kadar az ne de rahatsız edecek kadar çok insan vardı. Yorgun düşen ruhuna, bedenine iyi gelmişti dalgaların yumuşak sesi, martıların ötüşü.… Daha fazlasını oku »Özür Dilerim

Çarpışan Nesneler

Ceviz kıracağı ve çaydanlık. İkisini de babasının ölümünden sonra kullanmaya başladı Ahu, daha doğrusu kullanmak zorunda kaldı. Annesi memleketten kabuklu ceviz getirmişti son ziyaretinde, o da bu vesileyle ceviz kıracağını kullanır oldu. Su ısıtıcısı yakın zamanda bozulunca çaydanlığı dolaptan çıkarmıştı, neydi, çay ateş görecek! Haklıydı babası, gerçekten de çay ateş görünce daha da lezzetli oluyordu. Kırdığı cevizlerin yanına bir de demli bir çay koyup, annesini aradı Ahu. Erkek kardeşi tavırları ve giyim tarzıyla babasını taklit… Daha fazlasını oku »Çarpışan Nesneler

Kurumuş Çiçekler

“İnsanların çoğu yaşanmamış bir hayattan ölüyor.” Rainer Maria Rilke Kırışık gerdanımdan bir kolye gibi sarkan şu mezura etimi yakıyor. Memelerime kıskıvrak dolanan sarı bir yılana dönüşüyor. Zihnimde hep bu yapışkan görüntüler… Eskiden böyle değildim. Arzularım ne zaman kıyıya vurdu? Bıraktığı ceketlerde hâlâ kokusu var. Nasıl olur bu? Kaçırdın o treni! Aptal Kader! Şimdi kim ne yapsın seni? Yine mi buradasın anne? Kabir azabını bile bensiz çekemiyorsun değil mi? Şükriye’ye gitsene! Esas kızına… Senin anneliğini de… Daha fazlasını oku »Kurumuş Çiçekler

14 Şubat Dünya Öykü Günü

“Öykü bizi bir şeye maruz bırakır, gerçekliği çarpıtmanın kısa yoludur.” Susan Lohafer Öykü okurken genellikle yoğun ve abartılı bir şeye maruz kalırız. Hafızamda yer kaplayan unutamadığım öykülerde çekilen acılar büyük, bekleyişler uzun, kalplerde yarım kalmış ya da hiç yaşanmamış hayaller, aşklar var. Peki neden çarpıtıyoruz gerçekliği? Yazar Hakan Akdoğan bunu şöyle açıklıyor: “Karakterin yarası yazara aitse okur açısından kıymetsizdir. Yara karaktere ait olduğu için önemlidir. Yazar, yarasını karaktere örmelidir. Bu da kendi geçmişinden getirdiği yarasını… Daha fazlasını oku »14 Şubat Dünya Öykü Günü